Okullulaştıramadıklarımızdan mısınız?

2 Ocak 2019

Başlık zaten karma karışıkken ‘okulsuz’ olma kavramı da bir hayli kafa karıştırıcı biliyoruz. Günümüz eğitim sistemi klasik eğitim sisteminin çok daha dışına çıkmaya günden güne devam ediyor; Finlandiya sistemi, Montessori, Waldorf, Reggio derken bu çok daha farklı olan ‘okulsuzluk’ ortaya çıktı son zamanlarda. Ne demek okulsuz, nasıl yani okula gitmeden olur mu? diyebilirsiniz. Ancak sakin olun. Sizler için okulsuzluk yani unschooling kavramının ne olduğunu, hukuki boyutundan ailelerin deneyimlerine kadar her yönüyle ele aldık. 

Hazırlayan: Pelin Demirel

Okulsuzluk Nedir?

Pek çok kişinin aklına okulsuzluk denildiğinde daha çok Amerika’da uygulanan home-schooling yani evde eğitim geliyor. Ancak okulsuzluk hiçde öyle değil. Home-schooling sisteminde, okul dışında, çocuk bir ebeveyn ya da öğretmen tarafından belirli bir müfredat içerisinde evde eğitim görerek ve sadece sınavlara girerek eğitim hayatını devam ettiriyor. Elbette ki her ülke için aynı kurallar olmasa da aşağı yukarı bu şekilde uygulanıyor. Okulsuzluk da ise okul sadece belli saatlerde girip çıkılan ve eğitim-öğretim görülen yer değil hayatta kazanılan deneyimler ve çocuğun ilgi alanına yönelmesi baz alınıyor ve bu deneyimler okula giderek değil gün içerisinde yapılanlarla sağlanıyor. Aslında okulsuzluk çocuğa bir eğitim verme anlayışının çok daha dışında kalan ve deneyimlerle öğrenmeye dayanan bir bakış açısı ve yolculuk. Bu yolculuk esnasında çocuğun öğrenme süreci, çocuğun hazır olmasına ve merakının onu nereye götürdüğü ile ilişkili. Bu da ebeveynlerin çocuğa tamamen güvenmesi ile mümkün diyebiliriz çünkü çocuğun hayatını kendi istekleri üzerinde yürütmek isteyen ebeveynler çocuğa özgür bir alan bırakmayı tercih etmeyecek ve yine ‘kendi’ istediklerine yönlendireceklerdir. 

Her çocuğun kendi deneyimi ve ilgisiyle şekillenen bu ‘eğitim’ tarzında aile çocuğun öğretmeni olmaktan ziyade onu destekleyen ve isteklerine göre yön veren kısımdadır.

Yasal değil ama mümkün

Ülkemizdeki eğitim sisteminde yer alan zorunlu kısım ilkokul döneminden lise dönemine kadar 12 yıllık bir kısmı kapsar ve okul öncesi döneme dair bir zorunluluk mevcut değildir. MEB onayı dahilinde olmayan okulsuzluk ise Türkiye’de yasal değil. 

-Devletin atadığı okulda kaydı bulunmayan ya da kaydı bulunsa da devamsızlığı olan ve zorunlu eğitim-öğretim yılı içerisinde olan çocuklar için süreç şöyle gerçekleşir: 

-3579 sayılı kanun madde 52 şöyle der: Mülki amirler, ilköğretim müfettişleri ve zabıta teşkilatı ilköğrenim çağındaki çocukların mecburi ilköğretim kurumlarına devamlarını sağlamakla veli yahut vasi veya aile başkanlarına ve okul idarelerine yardımla ve her türlü tedbiri almakla vazifelidirler.

– Aynı sayılı kanun madde 53’te ise: Okula devam etmeyen öğrencilerin devamsızlık sebepleri okul idarelerince ve ilköğretim müfettişlerince araştırılarak devama engel olan maddi ve manevi sebeplerin giderilmesine çalışılır. Bu sebeplerin giderilmesi mümkün olmadığı takdirde durum, köylerde muhtara, diğer yerlerde mülki amirlere bildirilir. Bu makamlarca gerekli tedbirler alınır.

-Aynı sayılı kanun madde 55 son fıkra ise “tedbir”i açıklar: Yapılan tebliğde okulca kabul edilecek geçerli sebepler dışında çocuğun okula gönderilmemesi hâlinde idarî para cezasıyla cezalandırılacağı bildirilir. 

-Aynı sayılı kanun madde 56’da “para cezası”nın içeriğini belirtir: Muhtarlıkça veya mülkî amirce yapılan tebliğe rağmen çocuğunu okula göndermeyen veli veya vasiye okul idaresince tespit edilen çocuğun okula devam etmediği idarî para cezası verilir. Bu para cezasına rağmen çocuğunu okula göndermeyen veya göndermeme sebeplerini okul idaresine bildirmeyen çocuğun veli veya vasisine Beş Yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Uygulamada okuldan eve “e-okul sistemi” üzerinden devamsızlığı gösterir belge gelir. Daha sonra veli ile okul müdürlüğü arasında görüşme sağlanır. Daha sonra müdür ve öğretmen eve ziyarette bulunur ve aileyi ikna etmeye çalışır. En son aşamada polis evi ziyaret edip tutanak tutar ve gider ve bu ziyaretler zaman aralıklarında yapılır. Ancak ülkemizdeki çocukların çalıştırılmak ya da evlendirilmek için okula gönderilmemesi durumu çocuk istismarına girer. Okulsuzluk için ise çocuğun isteği dışında ‘zorlama’ bir durum olmadığı için istismar söz konusu değildir.

Okulsuzluğun yasal olduğu bazı ülkeler

  • ABD
  • Kanada
  • Güney Afrika
  • Meksika
  • Kolombiya
  • Peru
  • Güney Kore
  • Avusturya
  • Çek Cumhuriyeti
  • Danimarka
  • İtalya
  • Norveç
  • İngiltere
  • İspanya
  • İsveç

Türkiye için okulsuzluk yeni yeni filizlenmiş gibi görünse de aslında okulsuzluğu benimseyen aileler de var. Biz de merak edip neden okulsuzluğu tercih ettiklerini, bu süreçte çocuklarında gözlemlediklerini ve kendilerine göre okulsuzluğun ne olduğunu birkaç aileden dinledik.

‘Yaşıtlarının okula gittiklerini fark edince merak etti’

Okulsuz eğitim de mümkün olabildiği mantığıyla çocuklarını yetiştiren bu ailenin çocukları 10,2 ve 5 yaşlarında. İlk çocuklarıyla olan 1-2 aylık okul deneyimleri dışında okulla pek de bir bağlantıları olmamış. Ancak okulların varlığının içlerini rahatlattığını söylemeden de geçmiyor. Bu 5 kişilik kocaman ailenin hikayesini annelerinden dinleyelim:

“ Aile olarak okulsuz eğitimi seçmemizdeki neden şimdilik okulu bir ihtiyaç olarak görmememiz. Ama okulların varlığı elbette içimizi rahatlatıyor. Eğer bir gün çocukları okula göndermemizi gerektiren herhangi bir durum ortaya çıkarsa en ufak tereddüt duymadan göndeririz. Aile olarak bizim “okul” kavramı ile ilgili, sistemle ilgili herhangi bir sıkıntımız yok. Örneğin ilk çocuğumuz ilkokul çağına geldiğinde okula gitmedi. Yaşıtları okuma yazma öğrenirken, biz her zamanki oyunlarımıza devam ettik. O eğitim senesinin sonunda henüz hala okuma yazma bilmiyordu. Tüm yazı da oynayarak geçirdikten sonra Ağustos ayında birden okumaya ve yazmaya başladı kendi kendine. Ancak bir sonraki sene yaşıtlarının “okula” gittiklerini fark edince merak etti, denemek istedi. Özel okul, devlet okulu her türü denedikten sonra arkadaşlarının yaşadıkları hayatı anladı ve kendi isteği ile okulsuz eğitime devam etme kararımızı onayladı.

Ebeveynler olarak bizler de elbette maddi gelir sağlayabilmek adına çalışıyoruz. Bu nedenle kendimize uygun sistemler geliştiriyoruz. Zaman zaman ya ebeveynlerden en az birimiz çalışmayarak çocukların eğitim sorumluluğunu yükleniyoruz.

Bence okulsuz eğitimin olmazsa olmaz üç temel sacayağı var. Birincisi: Kitaplar ve sohbet. Birlikte ve ayrı ayrı sürekli okuyoruz, eğitici videolar seyrediyoruz.  Okuduklarımızı ya da okuduklarımızdan ilham aldıklarımızı tartışıyoruz, araştırıyoruz. Sacayağının ikincisi ise doğa ve kültür gezileri. Haftada en az bir iki kez ormana veya denize gidiyoruz. Müzeleri ve kütüphaneleri aktif olarak kullanıyoruz. Kültürel etkinlere de yine en az haftada bir kere zaman ayırıyoruz. Sacayağının üçüncüsü ise sosyal ilişkiler. Haftada en az bir kere misafirliğe gidiyor veya evimizde misafir ağırlıyoruz. Çocuklar gün içinde sürekli bir yetişkin ile birlikte olduklarından yetişkinler dünyasında nasıl ilişkiye girildiğini, nasıl iletişime geçildiğini gözlemliyorlar.”

Her güne ayrı program

‘Okulsuz eğitimde sürekli bir değişim içinde oluyoruz ama şu an için haftalık planımız şöyle: Pazartesi ev temizliği ve bölgedeki diğer okulsuz aileler ile doğa gezisi yapıyoruz. Salı günü spor ve müzik dersleri var. Çarşamba sinema veya tiyatroya gidiyor, kitapçıya uğruyor, birlikte restorana gidiyoruz. Perşembe yabancı dil çalışmaları yapıyoruz. Cuma ebeveynler olarak tatil günümüz, o gün ailece gezilere gidiyor, maaile birlikte zaman geçiriyoruz. Cumartesi günü fen deneyleri yapıyor, bostanımızdaki sebzelerle ilgileniyoruz. Pazar günü büyük çocuğumuzun tiyatro kursu var, öğleden sonrayı da dinlenerek geçiriyoruz.

Yetişkinlerin çocuklarla sürekli “okul” üzerinden muhabbet kurmaya çalışmaları da yorucu oluyor. Kaç yaşındasın sorusunun yerini kaçıncı sınıfa gidiyorsun sorusu almış mesela. Adın ne sorusundan sonra hangi okula gidiyorsun diye soruluyor. Okula gitmiyorum cevabı beğenilmiyor. “Neden gitmiyorsun? 

İstememek olur mu? Gitmen gerekiyor.” Diye sohbet uzadıkça çocuklar gerginlik yaşıyorlar. “

‘Çocuğumuz bir gününü dört duvar içerisinde geçirsin istemedik’ Oğullarının dünyaya geldiğinden beri mizacının hareketli ve özgür olduğunun farkında olan bir erkek çocuk annesiyle okulsuzluk üzerine İstanbul’un soğuk yağışlı günlerinden birinde buluştuk bu sefer. 

Kendi İngilizce öğretmeni, oğlunu okulsuz büyütmeye karar verdikten sonra mesleğini bırakmaya ve oğlu için elinden geleni yapmaya karar vermiş bir anne. Neden okulsuzluğu seçtiğini sorduğumda da şu sözlerle yanıt veriyor: ‘Oğlumuz 2 yaşlarındayken ‘Haftanın birkaç günü yaşıtlarıyla oynayabileceği bir kreşe götürsek mi?’ fikriyle başladı her şey aslında. Kreşleri gezmeye başladığımızda gördük ki bir odanın içerisinde ortalama 20 çocuk var ve öğretmenler velilerin isteğiyle pek de çocukları çıkarmıyorlar çünkü hava kötü olunca çocukların hasta olma ihtimali artıyor. Ancak bizim oğlumuz hareketli bir oğlan ve hareket etmeye ihtiyacı var. Durum böyle olunca da öğretmenlere çocuğumun gün içinde nasıl enerjisini atabileceğini soruyorum. Fakat genellikle cevaplar “duvara monte edilmiş bir merdivenimiz var ve buraya çıkıp inerek enerjisini atabilir.” Açıkcası cevaplar tatmin etmeyince biz de vazgeçtik’ ve devamında okulsuzluğu duyduğunu ve araştırmalara başladığını dile getiriyor. Tabi bu karar tek başına alınamayacağı için eşini de ikna etmesi gerekiyor.

Eşi ikna etme çabaları…

Okulsuzluğu denemek için yola çıkan bir annenin eşini kendi tarafına çekme çabası ise meşakkatli ancak pat diye olmuş: ‘Ben okulsuzluğu önce duydum, bolca okudum ve ikna oldum. Ancak daha en başından anladım ki, bu iş olabildiğince, çocuğunuzu nasıl yetiştireceğinize dayanıyor. Dolayısıyla doğası gereği, ebeveynlerden ikisinin de hemfikir olması ve birbirine destek olması, bire bir aynı görüşte olmasa da genel olarak çocuğa aynı pencereden bakması gerekiyor. Yoksa bu iş öyle tek başına olabilecek bir iş değil. Dolayısıyla eşime konuyu yavaştan anlatmaya başladım. Baktım oralı değil pek, okuduklarımı ona da göndermeye, sohbetlerimiz arasında bahsetmeye çalışıyorum. Fakat eşim ‘ben sana destek veremem üzgünüm’ dedi. Bir gün, oğlumu evimizden biraz daha uzak bir parka götürdük. Sonbahar başları, sağı solu çınar ağaçları olan bir yolda yürüyoruz. Eşimin renklerle arası yoktur hiç. Ben de severim öyle şeyleri. Yerden sarı bir yaprak aldım ve ‘’bak normalde yaprak ne renktir?’’ dedim. Eşim de ‘’yeşil’’ dedi. Yerden aldığım yaprak sarıydı. ‘’bak, bu yaprak sararmış, neden biliyor musun? Su, denizi düşünsen ne renktir? Mavi. Bu yaprağın suyu gitmiş, kurumuş, yani mavisi gitmiş, sarısı kalmış, çünkü yeşil, mavi ile sarının karışımından oluşur’’ dedim. Doğrusunu yanlışını bilmiyorum, seviyorum böyle bağlantılar kurmayı sadece. Bir zaman sonra, bir muhabbetimizde eşim bana; ‘’ sen o gün o yaprağı, renkleri öyle anlattın ya, benim bakış açım değişti. Baktığım zaman ağaçları bile farklı algılıyorum. Bu kadar eğitim (yüksek lisans mezunu kendisi) bana böyle bakmayı öğretemediyse, başlarım böyle eğitime. Bundan sonra okulsuzluğa benden tam destek’’ dedi.

‘Ona bir şeyler öğretmek için çabalamıyoruz’

Okulsuzluğun doğasında çocuğa duyulan güven ile onun kendi için seçeceği şeyleri desteklemek yatıyor.Bu yüzden çocuğuma ben bir şey öğretmiyorum o kendi istediğini, kendince öğreniyor ve eğer isterse ben ona yardımcı oluyorum diyor anne. Gün içerisinde parka gidiyor, kurslara gidiyor, akrabalarını ziyaret ediyor, ve ev içerisinde vakit geçiriyorlar. Okulla ilgili bir fikri var mı, arkadaşlarından görmüyor mu dediğim de ise alıyorum cevabımı: ‘Oğlumuz için her yer okul. Ben işlerimi yaparken anne ben okula gidiyorum deyip, salonda oyun oynamaya başlayabiliyor. Yaşı itibariyle çokta okulun ne olduğunun farkında değil ama dediğim gibi onun için evde oyun oynamak, parka gitmek bunların hepsi okul’. 

Çoğu hareketli çocuk annenin ‘yapma, etme’ laflarına karşı kayıtsız kalarak kafasına göre hareket etmeyi tercih eder. Ancak o kadar hareketli olmasına karşın iç disiplini muhteşem olan bir çocuğun eğitiminde aslında ‘yapma, etme dememek’ yatıyormuş: ’Benim gördüğüm kadarıyla çocuklara hep bir şey öğretme gayesi var. Mesela değerler eğitimi… Ben bunun pek de ders şeklinde verilerek gerçek öğrenme sağlanacağını düşünmüyorum, çünkü bu görerek öğrenilebilir anca. Eğer sen markette sırada bekliyorsan çocukta sırada beklemesi gerektiğini öğreniyor ya da bir kütüphane de sessiz olunması gerekiyorsa etrafa baktıktan sonra ne yapması gerektiğini öğreniyor. Zaten çocuklar yapma denileni daha çok yapıyor. Bu yüzden biz oğlumuza bir şeyler öğretmeye çalışmıyoruz. O zaten bir süre sonra yapılması gerekeni görerek yapıyor ve bu bizi bazen gerçekten şaşırtıyor. Örneğin eve geldiğimizde el yıkama sırası oğlumuzda, eğer biz yıkamak için gelirsek ‘şu an benim sıram lütfen sıranızı bekleyin’ diyor.’

Oğullarıyla 4 yaşından beri 20’nin üzerinde ülkeyi bisikletle gezdiler

‘Aman tanrım, nasıl!’ nidalarını tahmin etmek çok da zor değil. Hatta şu an 5. sınıfa giden oğullarıyla Güney Amerika turu planı yapıyorlar. Doğasever çift üniversite tanışıyor ve öğretmenlik için atamaları İstanbul’a çıktıktan sonra şehrin onlara göre olmadığını anlıyorlar ve uygun zamanlarda vuruyorlar kendilerini bisikletle yollara. 2007 yılında başlayan maceraları, 2011 yılında oğullarıyla birlikte devam ediyor. Seyahatler arasında ise oğulları annesinin okuluna devam ediyor. Ancak en büyük hayalleri tamamen okulsuzluğa geçerek tam zamanlı okulsuzluğu ve yol okulunu deneyimlemek. 

Yolda öğrenmek: Roadschooling

‘Alp Dağları’na doğru bisikletlerimizle kuzeyden yaklaşırken, İsviçre Rhone vadisi boyunca serin ve kuru olan hava, Furka Pass (2439 m.) geçidine yaz ortasında, hem de öğle vakti tırmanırken dahi üşütecek kadar düşüyordu. Tırmanış boyunca kuzey yamaçlarında yanından geçtiğimiz Avrupa’nın en büyük buzullarını arkamızda bıraktıktan sonra, geçitten güneye İtalya yönüne doğru inerken ise hava giderek ılıklaşıyor, coğrafya değişiyor, bitki örtüsü de çeşitleniyordu. Po Ovasına, Milano’ya doğru ilerlerken, arkamıza, dağların çok çok uzaktan görünen zirvelerinin dumanlı başlarına, bulutlara doğru bakıyor ve İsviçre’de dağlara tırmandığımız günler boyunca sağladıkları serinlik ve gölge için teşekkür ediyorduk dağlara, bulutlara, iklime, Dünya’ya. Oğlumuz, bunların hepsine, her çocuğun sahip olduğu yetenekler sebebi ile belki de bizden daha derinlikli olarak şahit oluyordu.’ Bu sözler bir kitaptan alıntı gibi gelse de bir çocuğun ailesiyle birlikte coğrafyayı gerçekte görebildiği bir deneyimi anlatıyor ve baba yolda öğrenmeyi şu sözlerle anlatıyor: ‘Bisikletle seyahat ederken, öğrenirken elimizde ne kitaplar var, ne ödevler, ne de çoktan seçmeli testler. Yolda öğrenmek, bebeklerin konuşmayı, yürümeyi öğrenmesine benzetilebilir. Doğal, normal, görerek, dokunarak, deneyimle, içinde yaşayarak bir anlamda hayatın, öğreneceği şeyin çıraklığını yaparak yavaş yavaş, sabırla, pes etmeden öğrenmek. Doğanın, canlıların, insanların binlerce yıldır öğrendiği gerçek öğrenme yöntemi de aslında bu değil midir?’

‘Ebeveynler bahçıvanlar gibi olmalı’

Bütün çocukların büyük bir potansiyel ile doğduğunu belirten baba, çocukların içlerindeki potansiyeli harekete geçirmek için beklediğinden bahsediyor ve sözlerine şu şekilde devam ediyor: ‘Yaşamaları gereken tek şey çocuklukları aslında. İçlerindeki güç engellenmediği sürece öğrenmeye, denemeye, büyümeye, gelişmeye, doğruyu aramaya ve başarmaya devam ediyorlar. Tek ihtiyaçları ne kadar güçlü, akıllı, dayanıklı olduklarının farkına varacak kadar çok deneme – yanılma, tekrar deneme döngüsüne devam edebilmek. Ebeveynler belki de bahçıvanlar gibi olmalı, sadece imkanları hazırlamalı. Gerekenden fazla su, daha fazla ışık bitkileri nasıl ters yönde etkiliyorsa, çocuklarımız içinde fazla öğrenme, fazla ders, yoğun çaba, yarışma, hırs, kendi istemediği, talep etmediği ebeveynin zorladığı erken baskılar onların potansiyellerini söndürebilir.’

‘Çocuklar minik insanlar değiller’

“Çünkü onlar sadece çocuk ve minik insanlar değil, sadece kendi oldukları yaştalar. Elbette sadece bir kere çocuk olacaklar. İyi ebeveyn; teşvik eder, ilgi uyandırır, yol gösterir, engelleri kaldırır, tedbir alır ama sıkboğaz etmez. Hayal gücünü arttırır. İnsan oğlu zaten doğuştan yaratıcıdır. Aile sadece bunu geliştirmeli. Eğitimi sıralı bir liste, endüstriyel bir süreçmiş gibi ele almak, gelişimi testlerle ölçmek ne derece doğru şüpheliyiz. Henüz 9 yaşındaki oğlumuzun bir mağara adamından hallice olduğunu bilmek rahatlatıyor bizi. Çarpım tablosunu bilmese de olur. Şu an en çok ihtiyacı olan; katılana kadar gülmek, avazı çıktığı kadar bağırmak, kirlenmek, koşturmak, sızıp kalacak kadar yorulmak ve obur obur yemek. Sadece kendisi olmak” diyor gezgin aile.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir