Londra’da baba-kız tatili- Fatih Türkmenoğlu

2 Şubat 2016

Günler önceden planlarımızı yapmıştık. Uçak biletleri, otel rezervasyonları, hatta müzikal biletlerimizi ayarlamış, Londra tatili için gün sayıyorduk. Dört gün boyunca, bu çok sevdiğimiz şehri, büyük bir çorba kazanında çevrilen kepçe misali, köşe bucak dolaşacaktık.

Kızlar son derece heyecanlıydı. Kendi bavullarını hazırladılar, mutlaka yapacakları şeyleri akılllarına defalarca yazdılar. Kendilerince alışveriş listeleri bile ceplerindeydi. Heyecan hepimizi sarıp sarmalamıştı.

IMG_0849

Son gün, planlar şaştı. İdil’in gelemeyeceğini öğrendik. Önümüzdeki iki gün toplantısı çıktı, katılması şarttı. Annesiz seyahat, kızlar için ilk anda kabul edilemezdi. “Hayır, hayır” dediler. “Biz de gitmiyoruz, istersen sen yalnız gidersin” diye tutturdular. Biraz konuştuk, organizasyonu iptal etmenin yollarını araştırdık. Malum, geri ödemesiz biletler, otel rezervasyonlarında ödenecek cezalar falan, daha doğru bir yol olarak, kızları ikna etmeye karar verdik.

Sabah erkenden kızlarımla yola çıktım. Good morning London! Öğlen olmadan çoktan otele yerleşmiş, Trafalgar Meydanı’na çıkmıştık bile. Yılbaşı ve noel için şehirde kurulan lunaparklarda dönme dolaplara biniyor, sokaklarda dondurma yiyor, iki katlı otobüslerin en önüne oturararak şehri seyrediyorduk. Bir günde, hem de ülke değiştirerek, bu kadar çok şeyi nasıl yaptık, ben de şaştım…

Hemen bir düzen kurduk. Herkesin rafı, dolabı belirlendi. Diş fırçaları banyoya yerleştirildi. Kirliler torbaya, ayakkabılar dolabın altına kondu. Küçük odamıza sığıştık. Öyle yorgunduk, öyle uykusuzduk ki, duş bile alamadan, uyuduk.

Sonraki üç günde, yeni hayatımıza iyice alıştık. Sabahları otelin kahvaltısında yoğurt görünce çok sevindik. Kendiliğinden bir Londra rutini oluşmaya başladı. Her gün kilometrelerce yürümeye, müzeleri arşınlamaya, köşedeki marketten su ve meyve almaya, bizim otobüs ve metro istasyonlarına aşinaydık artık.

Buckhingham Sarayı’nda muhafız alayının değişim törenini izledik. British Museum’da mumyalara çok şaşırdık. Talia’nın hep adını duyduğu Big Ben’e yağmur çamur demeden yürüdük. Covent Garden, Soho, London Bridge; şehri binbir anı ve kahkahayla keşfettik. Hyde Park’ta kuğulara ve atlı polislere selam verdik. Wicked müzikalini izlerken tam üç büyük kova patlamış mısır yedik.

İdil’i çok özledik, o tartışılmaz. Ama bir yandan da, biz üçümüz, birbirimize daha bir kenetlenip, hayatlarımızın sonuna kadar hatırlayacağımız anılarla eve döndük…

 

 

Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir