Fatih Türkmenoğlu

6 Ocak 2015

GÜLE GÜLE BABAANNE

Çok zor bir durum… Kabullenmek istemiyorsun, ‘keşke’ deyip duruyorsun, için yanarken kendini işlere atıyorsun, durduk yerde yüreğin alevleniyor, donup kalıyorsun…

Mantık konuşuyor: 46 yıl boyunca annendi. 80 yaşındaydı. Son yıllarda birçok hastalığı olmasına rağmen, son 15 güne kadar gayet iyi yaşadı. Hep gülüp eğlendiniz, yokluk çekmediniz. Kahveler, dolmalar, kahkahalarla bir sevgi çemberi içinde geçti günleriniz. Torunlarını gördü, onları doya doya kokladı. Talia’ya okuma yazmayı öğretti, Mira’yla çok, ama çok eğlendi. Onlarla, seninle, kardeşlerinle hep gurur duydu. Ülkesini çok seven bir öğretmen, herkese sevgisiyle dokunan, hesapsızca veren bir hanımefendiydi. Güzel yaşadı, zamanıymış, gitti.

Kalbim konuşuyor: Ben şimdi ne yaparım? Nasıl da yapayalnız, annesiz, çıplak kalakaldım… Büyümem lazım, ama daha ne kadar da küçüğüm… Kimi ararım, kim bana dolma ve zeytinyağlılar yapar, kime dert yanarım? Meğer zaman, tüm güzel günlerin sonlanması için çalışan gizli düşmanmış. İşte, buraya kadarmış. Veda, ne kadar da imkansızmış…

Yolun açık olsun

Fahriye Türkmenoğlu. Dolu dolu seksen yıl yaşadı. Sadece on gün daha yaşasaydı, 81 yaşından gün almaya başlayacaktı, olamadı.

Anadolu’da ve İstanbul’da öğretmenlik yaptı, emekli oldu ama hayattaki öğretmen rolünden hiç kopmadı. Komşularına, akrabalarına, kulağına çalınan ihtiyaç sahibine, elinden geldiğince, dokundu. Hediyesine, zarfına, hep bir not, dostlarının tabiriyle ‘kelebek’ kondurup, öyle yolladı. Yeni taşınan komşulara bir tepsi dolusu yemek, askere gidene para, hastaya bir bavul dolusu ihtiyaç duyulacak malzeme gönderdi. Hep ziyaret edilen, hep saygı duyulan, hep ‘bir kahveye’ uğranandı. Evi hep dolardı, mutfağında hep çeşit çeşit yemekler kaynardı, telefonu hep çalardı. Gözlüğünü takıp gazeteleri en ince yazısına kadar okur, haberleri sonuna kadar izlerdi. Sevgisini çok güzel kelimelerle ifade eder, herkese saygısını hissettirir ve hep saygı duyulurdu. Eski tip kadındı. Cumhuriyet ateşiyle yetişmiş, Osmanlı ruhu taşıyan öğretmen. Sarıydı, güzeldi, endamlıydı. Çelik gibi dimdik yürür, sözünü sakınmadan söyler, başını hep yukarıda tutardı.

Gitti. ‘Yeni bir palto alsam’ların, ‘bu kışa yetecek kadar salça yaptık Allah’a şükür’lerin arasında, iki hafta içinde, gitti.

Ne acı, ne zor, ne melun bir hismiş meğer. Gitti…

Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir