Bebek karnınızda nasıl yaşıyor?- Ayşe Öner

1 Nisan 2017

Bizler beslenmek için yiyiyor içiyoruz, akciğerlerimizi kullanarak nefes alıyoruz. Bebekler ise anne karnında suyun içinde yaşıyor; anneden meme emerek beslenmek ve solumak için doğumu beklemesi gerekiyor. Sizin karnınızda yaşarken beslenmesi ve ihtiyacı olan oksijeni alabilmesi iki organ aracılığı ile olur; plasenta ve göbek kordonu. Doktorlar bunlara ek organlar derler, ek ve geçici organlar… Plasenta ve göbek kordonu birbirlerini tamamlar fakat ikisinin de ayrı ayrı görevleri vardır. Plasenta bebeğe gerekli olan oksijeni anne kanından alır, göbek kordonu da bebeğe taşır.

Plasenta Latince pasta demektir; gerçekten de sünger şeklinde bir pastaya benzer. Nasıl oluştuğunu anlamak için geriye, annenin yumurtası ile babanın eşey hücresinin buluşarak yumurtayı döllediği zamanlara gitmek lazım. Döllenen yumurta bölünme aşamasını sürdürerek, rahmin tüpü içinden geçip rahme doğru ilerler ve rahim içine düştüğü blastokist hali ile rahim duvarına gömülür ve rahim dokularının içerilerine doğru ince, saç kıllarına benzeyen lifler (villuslar) uzatır. Bu lifler yumurtanın gelişmesi için anneden gerekli besinleri alırlar, aynı toprağa atılan bir tohumun gelişmek üzere toprağın içine kök salması gibi düşünebilirsiniz… Başlangıçta az sayıda olan bu lifler giderek çoğalır ve 4. Gebelik haftasında döllenmiş yumurtanın dış zarı bu ince lifler tarafından kuşatılmıştır, ilk haftalarda yumurtayı beslemeye yarayan bu ilkel kuruluş zamanla embriyonun gelişiminde yetersiz kalır. Bu defa annenin vücudu ve yumurta ufak bir merkez kurarlar işte bu merkez plasentadır. Dış zarın bir bölümündeki lifler kaybolur, zar parlak hale gelir ve rahmin mukozasında yapışık olarak kalır. Rahmin iç dokularına dalan lifler bir araya toplanarak daha da içlere doğru dalar, böylece bir yandan yumurtanın lifleri diğer yandan da rahmin mukozası beraberce çalışarak plansentanın oluşmasını sağlar.

Demek ki plasenta da hem annenin hem de bebeğin emeği vardır. Rahim dokularının içine dalan bu lifler küçük ağaçlar gibidir, gövde ve dallar ince bir zarla kaplıdır ve her lifin içinde göbek kordonu tarafından iletilen embriyonun kanının dolaştığı damarlar mevcuttur. Bu liflerin çevresinde küçük bir aralık (villuslararası boşluk) olup, göllenmiş şekilde bu aralıkta annenin kanı bulunur. Bu kan annenin damarları aracılığı ile sürekli taze, içinde bebeği besleyen maddeleri ve oksijen taşır.

Anlaşıldığı üzere plasenta da annenin ve bebeğin kanı buluşuyor ancak bu kanlar birbirine karışmıyor. Annenin kanı liflerin dışındaki aralıkta, bebeğin kanı ise liflerin içinde sürekli alışveriş yapıyor. Bunu anlamak önemli , çünkü birçok anne kendi kanının doğrudan bebeğinin kanına geçtiğini sanıyor… Eğer böyle olsa idi; bebeğin ve annenin kan grubu aynı olurdu… Kanlar değişiktir ve çoğunlukla da ayrı grupta olur. Plasenta bir yol kavşağı, annenin kanı ile bebeğin kanı zenginleşiyor ama bebekten anneye bebeğin kanındaki atıklar ve karbondioksit geçiyor, böylece bebek oksijensiz bir suyun içinde yaşamasına rağmen kanı annesinden aldığı oksijenle doluyor, yanık kirli gaz da annesinin genel kan dolaşımına giderek bebeğin kanından atılmış oluyor.

Plasenta iyi bir filtre gibi çalışır ve oksijenden başka şunlarda bebeğin dolaşımına geçer: Anne organizması tarafından öğütülmüş ve sindirilmiş maddeler (su, kalsiyum, demir, tuz, fosfor, kükürt,şeker, azotlu maddeler … gibi) bu maddeler bebeğe direkt olarak geçer. Bebeğe göndermeden önce plasentanın değiştirdiği ham maddeler ( albumin proteini, yağlar… gibi)
Plasenta adında ki bu fabrika aynı zamanda ileri görüşe de sahiptir, fazla miktarda besin geldiği zaman depo eder ve bebeğin gerektiği zaman ihtiyaçlarını alıp kullanabileceği gerçek bir mağazadır.Aynı zamanda ihtiyatlıdır; bütün mikroplara, virüslerin çoğuna ve anne kanı ile gelen zehirlere yolları kapar. Tüm bu titizliğine rağmen suçiçeği, frengi, kok basili gibi bazı bakteriler geçebilmektedir.Bu hastalıklar hamileler için tehlikelidir, hemen tedavisi gerekir. Belli başlı zehirleri durduran plasenta, bazı panzehirleri yani mikroplarla mücadele etmesi için anne kanı tarafından çıkarılan maddeleri de geçirir. Mesela anne tifo olursa plasenta tifonun panzehirini bebeğe geçirir ve doğumdan sonraki 6 aya kadar da bebek tifodan korunur. Birçok vitamin de plasenta aracılığı ile bebeğe geçmektedir.

Filtre, fabrika, mağaza, koruyucu olan plasentanın en önemli görevlerinden biri de gebeliğin devamını sağlayan ostrojen ve progesteron hormonlarını çıkarmaktır. Gebelik boyunca böylesine aktif olan plasentanın görevi bebeğin doğumu ile sonlanır ve bebeğin doğumunun ardından yaklaşık 20 dakika ila 45 dakika sonra plasentanın doğumu gerçekleşir, plasentanın doğumunun ardından kadının genital organlarının eski haline dönmesi için geçen 4-6 haftalık süreye “postpartum dönem” “lohusalık” dönemi denir. Anadolunun bazı yörelerinde plasenta toprağa gömülmektedir ; ömrü toprak gibi bereketli olsun, doğduğu toprağı hiç unutmasın ve gitse bile geri gelsin dileği taşıyan bu güzel geleneklerimiz unutulmaya yüz tutmuştur, hatırlamakta fayda var.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir